9 Mart 2024 Cumartesi

Bugünün Adı Özdemir Asaf Oldu

Yine uzun uzun bir şeyler yazdım. Saniyeler önce hepsini siliverdim. Yahu Orhan Mete oğlum dedim, buralarda neden hiç Özdemir Asaf yok? Azizim sen dünyada söylenmemiş en güzel sözleri ararken vakti zamanında üstadlar tarafından söylenmiş en güzel sözleri daha sindirmemişsin. Bırak bu belagatı, sanatı, sözü, laf cambazlığını. Bu güzel güneşli günün adı Özdemir Asaf olsun bugünde. Bundan daha iyisi var mı? Daha eşsizi? Benim için yok. Bugün günlerden Özdemir Asaf dedik. Huzurlarınızda Özdemir Asaf'tan bir kaç seçmece, arzuladığınız kadar arzulandığınız, şerefli duygularınıza samimi karşılık aldığınız güzel bir gün olsun bu yazıyı okuduğunuz gün. 

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Dünya o kadar büyük ki;

Bir noktayım ortasında, ne yapsam.

Bazan da o kadar küçülüyor ki dünya,

Devrilecek sanıyorum,  kımıldarsam. 

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Gülüş bir yanaşımdır bir öbür bir kişiye

Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye 

Anılarından kale yapıp sığınsa bile

Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,

Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.

Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür;

Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin. 

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'de İstanbul ne ise,

İstanbul'da gece ne ise,

Gecede yürümek ne ise,

Yürürken düşünmek ne ise,

Seni unutmamacasına düşünmek ne ise,

Unutmamanın anlamı ne ise,

Seni sevmek ne ise,

Saklayayım, yok söyleyeyim derken

Birden aşka düşmek ne ise.

Her neyse...



15 Ekim 2023 Pazar

Şimdi Biliyorum

Bugün yağmurlu bir pazar günü. Evdeyim. Güzel şarkılar keşfedip, kitap okuyorum. Yağmur yağdığı için bir yandan demeyin keyfime. Ben bu dünyaya aşığım ama bu dünyada sonbaharı yaşıyoruz ya; işte daha bir müptelasıyım. Dışarda yağmur ve toprak kokusu, ciğerlerimin en derinlerine kadar soluyorum bu güzel havayı. Böyle zamanlarda en sevdiğim mekan benim evin balkonu. Bence daha iyisi yok. Balkonumun manzarası sonbaharda, aşığım bu melankolik tabloya. Güne saygımdan doldurmuyorum henüz kırmızı şarabı ama çok gitmez bendeki bu saygılı hâl. 

Neyse… Yeni bir çalma listesi yaptım Spotify’da. İsmi de:  “Pazar, Ev, Yağmur, Kitap ve Sen”. Çalma listemin ismi gayet direkt. Ne o her şeyde edebiyat yapacak değiliz ya. Bu şarkılar bu ortamda açılacak demektir. Mesela sıcak bir yaz öğleden sonrasında bu çalma listesini açmayınız. Bunu yapmak, sıcak kutu birayı iyice çalkalayıp açmaya benzer. Olmaz. Ambiyansı yakalayamazsınız. Bu güzel türkçe jazz esintilerine suç bulmaya başlarsınız. Ben bu çalma listesinin sahibiyim. Bu listenin ambiyansını da ben belirlerim. Hem bu tarif  “Tavsiye Edilen Satış Fiyatı” niteliğinde de değildir. Bu bir tavsiye değil, bu bir gereklilik. Bu sebepten edebiyatsız, dümdüz, direkt, hödük gibi isim koydum galiba. Net olsun istiyorum. Tartışmaya açık değildir efendim. Riayet ediniz. Çalma listesi linki: Pazar, Ev, Yağmur, Kitap ve Sen

Bir çalma listesi nelere vakıf oldu derseniz, gelelim bu yazının yazılış sebebine. Güzel şeyler yakalamaya çalışırken Aykut Gürel düzenlemesi ve Selçuk Yöntem seslendirmesiyle hayat bulmuş güzel bir şiir yakadım. Jean Gabin’in orijinali Fransızca olan şiiri, Türkçe çevirisiyle de -ki ben çeviri şiirlere pek sempatik yaklaşamam- içime işledi. Ben çok sevdim. Dedim burada da olmalı. Bir de siz değerlendirin, kendinizle alakalı keşfinizde içinizde bir yere mutlaka dokunacaktır. Eğer aşağıdaki fotoğrafa tıklarsanız Aykut Gürel ve Orkestrasıyla Selçuk Yöntem’in Şimdi Biliyorum şiir performansını izleyebilirsiniz.


ŞİMDİ BİLİYORUM

Bacak kadar bir çocukken
Adam gibi görünmek için
çok yüksek sesle konuşurdum
Ve derdim ki, biliyorum, biliyorum,
biliyorum, biliyorum

Başlangıçtı, ilkbahardı
Fakat ne zaman 18 yaşıma geldim
Biliyorum dedim, bu defa biliyorum

Ve bugün dönüp baktığımda
Bolca mekik dokuduğum dünyaya bakıyorum
Ve hâlâ nasıl döndüğünü bilmiyorum

25 yaşıma doğru her şeyi biliyordum
Aşkı, gülleri, hayatı, parayı
Ah evet aşk! her şeyi öğrenmiştim

Ve ne mutlu ki,

arkadaşlarım gibi
Elimde avucumdaki her şeyi bitirmemiştim
Hayatımın ortasında yeniden öğrendim

Öğrendiklerim,
üç dört kelime tutar:
Sizi birinin sevdiği gün,
hava çok güzel olur
Daha iyi söyleyemem,
hava, harika olur

Hayatta beni hâlâ şaşırtan bir şey

Ben ki hayatımın sonbaharındayım

Birçok hüzünlü gece unutulur
Şefkatli bir sabah ise asla

Tüm gençliğim boyunca,
biliyorum demek istedim
Ne var ki ne kadar çok aradıysam
o kadar az biliyordum
Saat 60’a geldi
Bense hâlâ penceremdeyim,
bakıyorum, ve sorguluyorum

Şimdi biliyorum,
hiçbir zaman bilinmediğini biliyorum

Hayat, aşk, para, arkadaşlar
ve güller
Hiçbir şeyin gürültüsünü
ve rengini bilemezsin

Tüm bildiğim bu!

Ama bunu, biliyorum…


Sessiz Matem

Sessizliğin özlemi
Özlemin sessizliği 
Sensizliğin dalgınlığı 
Dalgınlığın acısı 

Sen’ler dünyasında sensizliğin sessizliğinde 
Sessizlik ve özlemde 
Ürkek bir ben
Ve
Yine ve sadece sen  

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Diriliş

Bu yazı bir göçmenin,

kendiyle karşılaşması, içinde bulunduğu beden ve ruha yabancılaşmasından sonra kendiyle yeniden tanışması ve kendiyle hesaplaşmasının bir beyanıdır.

Bunlar olurken geçmişinden kopamayışı, ve beraberinde yeni deneyimlere kucak açmanın getirdiği heyecan duygusuyla birlikte güvensizliğin ve kendiyle kalmanın ağırlığını hangi kefeye koyacağını bilemeyişidir.

İnsan tam olarak ne zaman farkına varır, hep bir önceki gün olduğundan farklı bir insan olduğunun?

Ne zaman fark eder büyüdüğünü? 

Yıllarca başka suretleri kendine siper ederek aslında kendinden kaçtığını, benliğine yabancılaştığını? Kafasındaki sesleri susturmak için dışarıdaki tüm kaosa kucak açtığını? Kendini dinlememek için durmaksızın başkalarını dinlediğini?

Yoluna devam ederken yanında olan ve her zaman kendiyle birlikte geleceğini sandığı insanların, anların yolda bir bir kendinden kopup sessiz sedasız hayatından çıktığını fark etmesi midir kırılma noktası?

Yoksa günün bittiği sıralarda, yeni bir sokakta, yeni bir odada, yeni bir balkonda yolun karşısındaki barı izlerken, bu deneyimi yaşayan kişinin tek ve biricik kendisi olduğu ve tanıdık olan her şeyin kilometrelerce uzakta olduğu gerçeğinin yüzüne çarpmasıyla mı gelir bu farkındalık? 

Ah, ne zordur insanın kendiyle kalması. 

Daha acı verici ne olabilir, fiziksel acıdan başka?

İnsan kendini dinlemeyi unutursa, 

ertelerse, 

kendine giden yolları imha ederse içinde,

nereye gittiğini de unutur. Kim olduğunu unutur. Kendine yetemez. Ortada mutsuzluğa sebep olacak hiçbir şey olmamasına rağmen mutlu olmayı beceremez. Ruhu huzura eremez, daha fenası neden huzura eremediğini bir türlü anlamlandıramaz. Savrulur durur gövdesinden kopmuş dal gibi, rüzgar nereye eserse oraya.

İşte o yüzden, kendine sırt çevirmenin utancıyla yüzleşmek yaralayıcıdır. 

Belli bir yaşa kadar tek çocuktum, bu sebepledir ki kendimi oyalamayı öğrenmek benim için zor olmamıştı çocukken. Düşün dünyamı hayal gücümle ve çocuk deneyimlerimle beslerdim.

Sonra biraz büyüdüm, kendi doğrularıma başkalarının doğrularını da karıştırarak yeni doğrular yaratmak istedim bu bilinçten. Ama sınırı doğru çizemedim. Bir şekilde başkalarının doğruları daha güvenilir geldi. O yüzden hep bir yanılma payı ekledim yol haritama. 

Belki büyümek insanın kendini unuttuğu bir süreçtir; doğru bildiklerinin üstünü çizdiği, bir zamanlar aklına gelmemiş ihtimallere bir şans verdiği. Ama yine de, sonra yeniden bulmamız gerekmez miydi özümüzü? İçimize geri dönmemiz gerekmez miydi?

İnsan, iç sesini tereddütlerine kurban verirse, dönüşürken yolunu kaybettiğini fark etmiyor. 

Garip olan, yabancılaştığı benliğini yeni bir benlik olarak kabul ediyor. İçini okumaya çalışmak yerine, düşünmeyi reddediyor. Böylece gitgide uzaklaşıyor kendinden. 

Herkes ikinci bir şansı hak eder, bazı kırılma noktaları kendini ne kadar uzakta bıraktığını anlayabilmek için elzem.

Kendiyle kalmanın, yalnızlığın sınırlarını yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Kendi başımıza nasıl var olduğumuzu hatırlamamız... İnsan ancak o zaman daha iyi anlıyor; önceden kimdi ve sonradan kime dönüştü. 

İşte o yüzden, göçmenlik aslında bu ikinci şanslardan biri. Çünkü tanıdığınız bildiğiniz her şeyi geride bıraktığınızda anlıyorsunuz kendinizi yeniden keşfetmeniz gerektiğini. Etrafınızdaki tüm sesler sustuğunda, tüm ışıklar söndüğünde, yalnızlığın en saf haliyle baş başa kaldığınızda kendinize dışardan bakmaya başlıyorsunuz.

Ben kimdim?

Bu noktada yazmak, yazmanın bana nasıl hissettirdiğini hatırlamak beni kendime getirdi. Ne olursa olsun, dışarıya haykırmak istediğim her şeyi yazıya dökebileceğimi bilmek beni en zor zamanlarımda ayakta tuttu. Akıl sağlığıma mukayyet olabilmemi sağladı. Ne güzel söylemiş Orhan Mete, yıllar da geçse, her şey de değişse, baki kalan şey ruhumuzun derinliklerindeki yalnızlıkmış.

O yalnızlıkla yüzleştiğinde büyümeye başlıyor insan. 

Gelen gitse de, daima kalacak olanın kendisi olduğunu, kendine hiç sırt çevirmemesi gerektiğini anladığında büyümeye başlıyor. Kendini sevmesi gerektiğini bir kez daha hatırlıyor.

Omzuna dokunup kendine teşekkür etmeyi unutma demişti biri.

Ne zaman ki içimde koşan kısrak yolunu kaybetti, o zaman unuttum ben kendime teşekkür etmeyi.

Ama müteşekkirim bu ikinci şansa. Kimsesiz ayakta kalmanın ne demek olduğuyla yüzleşebildiğim için, kendi içime dönmem gerektiğini hatırladığım için müteşekkirim kendime. Ve iç sesime kulaklarımı tıkadığım her gün için de özür diliyorum kendimden.

27. yaşımın bana verdiği en güzel hediye bunu tekrar hatırlamak oldu. 

Ya bu farkındalığa hiç erişemeden bu dünyayı terk etseydim? Çok daha hüzünlü olmaz mıydı?


Ankara'nın tadı

Ankara'nın tadı 

Aynı yoldan yüzüncü kere yürüdüğünde çıkar

Kızılay'dan dosdoğru yukarıya tırmanırsın 

Yol üstünde Olgunlar'da durup sahaflara şöyle bir göz atmazsan olmaz

Hep bir tercih meselesi Ankara'da yollar

Akay yokuşundan mı bağlansak Tunalı'ya

Yoksa Tunus'tan doğru mu sallansak

Şimdi payımıza düşen aylara yıllara sardığımız hasretlerimiz

Özlemden kara bulutlar sardı çehremizi

Hatrımızda hep

Ah, o rakı masaları, dostlarla hemdert olup şarkılar söylediğimiz.






10 Temmuz 2023 Pazartesi

Yanıyoruz, yazıyoruz, yanıyoruz — Geri Dönüyoruz!

Dile kolay on seneden fazla oldu buraları açalı. Araya yıllar girdi, hayatlarımız değişti; sevdiklerimizi kaybettik; yeni insanları sevdik. Ayrıldık, barıştık, üzüldük, seviştik, kızdık ve geliştik. Yıllar geçse de üstünden insan unutan bir varlık. Kimleri ve neleri unuttuk bu yıllarda. Fakat baki kalan şey ruhumuzun derinliklerindeki yalnızlıkmış. Yalnız ruh, hisler, müzik, aşk, sevgi, etki-tepki falan filan. 

Duygularımız, hislerimiz ve hayatı yorumlayışımız genel hatlarıyla pek değişmemiş. Yıllar sonra buraya dönüp eski yazılarımı okumaya başlamadan önce büyük bir utanç içinde bunları okur muyum diye tereddütlerim vardı. Nispeten kimi yerde utandırıcı buldum yazdıklarımı ama eski olan hiçbir şeye dokunmamaya söz verdim kendime. Her ne kadar kısmen utandırıcı bulsam da yazdıklarımı, genel olarak hala bir çok konuda aynı kanıda olduğum sonucuna vardım. Bu büyük bir olay. Deneysel bir sonuç ve bu deney 10 yıldan fazla sürdü. Üzerine konuşulması ve yazılması gerekiyor. Gelecek yazılarımda bu durumu da yorumlayacağım. 

Bu sayfa kurulduğu zamanki amacından hala şaşmadı. Tekrar aynı amaçla hayata geçiyoruz. Amaç okunmak değil hatırlatmak. Bize, kendimizi, hislerimizi; acılarımızı ve öfkelerimizi, haykırışlarımızı ve yaşam keşiflerimizi ilerde olur da unutursak diye hatırlatmak. Bi' nevi günlük. Mesele bugün pazartesi, dün yıllar sonra eski bir arkadaşım vesilesiyle tekrar girdim. İyi ki silmemişiz dedik ikimizde bu sayfayı. Eskiden bir kaç yazar arkadaşla beraber kullanırdık burayı. O da bu kişilerden birisi. Çok sevindim. İçimde tekrar bir umut ışığı belirdi. Sahi dedim biz neden bunu yapmayı bıraktık? Tekrar başlama konusunda mutabık olmak beni çok motive etti. Söyleyecek çok sözümüz var. En azından onları burdan söylersek kimseyi dinlemek zorunda bırakmadan... Kimsenin kafasını şişirmeden hem çığlık atıp hem ses çıkarmadan yaşamak. Yaşamak! İşte bu da yaşamak hem de dibine kadar yaşamak. 

Sanatsal anlamda yorumlarım değişti ve kendime göre gelişti. Özellike şiirde dil oyunlarıyla, estetik kaygı anlamdan daha öncelikli benim için. Kelime seçimlerinde, uydurma kelimeler üretmede estetik ve güzellikle ön planda olmalı diye düşünüyorum.  

Biraz yanmıştık, peşine yazdık. O yangın söndü mü peki? Hayır pek tabii. Biz yanıyoruz ama artık hem yanıyoruz hem yazıyoruz. Bu yangın, içimizdeki bu mide yanması, tarif etmeye çalışınca keyifli bir hâl alıyor. İyi ki yanmışım be diyorum kendime. 

Bu bir tutku. Amatör ruhla yazılmış kişisel anların, acıların, güzel şeylerin ve öğretilerin bir sentezi. Burası susmak için değil, gevezelik etmek için açıldı. Siz kıymetli okuyucularımız bu gevezeliğe iştirak ederseniz ne mutlu, beraber yanalım beraber okuyalım beraber yazalım... 

Huzurlarınızda Maymunlar Tiyatrosu ikinci perde... Başladı... 

Orhan Mete 


16 Mayıs 2017 Salı

İki Sevda

Bir gönülde iki sevda olamaz
yalan
olabilir.
Şehrinde soğuk yağmurların
gece otel odasında sırtüstü yatıyorum
gözlerim tavana dikili
bulutlar geçiyor tavandan
ıslak asfaltı geçen kamyonlar gibi ağır
ve sağda uzakta
ak bir yapı
yüz katlı belki
tepesinde altın iğne parlıyor.
Bulutlar geçiyor tavandan
karpuz kayıkları gibi güneş yüklü bulutlar
Oturmuşum cumbaya                                                          
yüzüme suların ışığı düşüyor
bir ırmak kıyısında mıyım
bir deniz kıyısında mı?
O tepsideki ne
o güllü tepsideki
yer çileği mi kara dut mu?
Fulya tarlasında mıyım
karlı kayın ormanın da mı?
Gülüp ağlıyor sevdiğim kadınlar
iki dilde

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı

Değerlerin Sorgulanması





Bu harika kitaba başlayalı henüz 1 hafta oldu, yoğun iş ve okul temposundan, çelikten, betondan; statikten saatler süren telefon konuşmalarından, çetin geçen pazarlık süreçlerinden ve şu an aklıma dahi gelmeyen bir çok uğraştan dolayı bir kitabı bir çırpıda bitiriyorum kılişesi yapamıyorum maalesef. Henüz ortalarında olduğum bu nadide eserden bir 'kısım' paylaşmak istiyorum sizlerle. 

İlk okuduğumda bir kez daha okuma gereksinimi hissettiren, yoğun düşünce havuzuna dalmamı sağlayan ve günler geçmesine rağmen hala etkisinde kaldığım benim için değerli bir parça. Kayıtlar arasında mutlaka bulunmalı. Ben unutsam bile blog'um bana bunu hatırlatmalı! Bu sayfanın misyonu da okunmaktan ziyade hatırlatmak değil miydi zaten? :)

Umarım sizde de aynı etkiyi yaratır. Fakat iddia ediyorum ki beklediğiniz etkiyi yaratmasa bile bu felsefi kitapta hayatınıza yeni bir yön verecek bir şeyler mutlaka var! 

"Goethe'nin eski bir şiiri. İki yüz yıllık olsa gerek. Çok önceleri öğrenmiştim. Şimdi neden anımsadım, bilmiyorum, yalnızca..." O garip duygu yeniden geliyor.

"Nasıldı o şiir?" diye soruyor Sylvia.
Anımsamaya çalışıyorum. "Gece vakti bir adam deniz kıyısı boyunca, rüzgarlar içinde, atla gitmektedir. O bir babadır, yanında, kollarıyla sımsıkı sardığı oğlu vardır. Oğluna, yüzünün neden sapsarı olduğunu sorar ve oğlu yanıtlar: 'Baba, hayaleti görmedin mi?' Baba, gördüğünün yalnızca, deniz kıyısındaki bir sis birikimi, duyduğunun ise yaprakların rüzgarla hışırdaması olduğunu söyleyerek oğluna cesaret vermeye çalışır; ama çocuk, gördüğünün hayalet olduğunda diretir ve adam karanlıkta, gittikçe daha hızlı, daha hızlı sürer."

"Sonunda ne oluyor?"
"Başarısızlık... çocuk ölür. Hayalet kazanır."

Robert Maynard Pirsig 


Bana bu değerli kitabı kazandırdığı için liseden arkadaşım sevgili Tünde'ye minnettarım!

Orhan Mete 


3 Mart 2017 Cuma

Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından



"Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir."

Bir Kemal Olmak


          İçine kapanık, sessiz, sakin, hayatı ve getirdiklerini akışına bırakan bir adam Kemal. İçine kapanıklığı biraz farklı onun aslında. Kemal farklı bir adam. Sosyal, yardımsever, çevresinde tanınmış, aktif, girişken ve katılımcı karakterinin yanı sıra; kendi fikrini beyan etmeyi ve sırf zevk uğruna karşısındakinin düşüncelerini değiştirmeyi, onda bir etki bırakmayı çok seven ve bu konuda son derece başarılı olan bir adam.